Sultan II. Mahmut, tarihimizin en yenilikçi padişahı olarak bilinir. O’nun yaptığı reformların neticelerini bu gün bile yaşadığımızı söylesek yanlış olmaz. Osmanlı Devleti’nin kuruluş ve yükselme dönemindeki savaşlarda kazanılan başarıların zaman içinde artan bir abartıyla kendilerine mal edildiği yeniçeriler, devletin ve dolayısıyla askerî kurumların yeniden yapılandırılmasını gerektiren daha sonraki devirlerde bu yenilenmenin karşısında duran bir engel haline gelmiştir.
Çeşitli isyanların, padişahları tahta çıkarma ve tahttan indirmelerin fâili olarak, uzun bir dönemden sonra geciken reformların, alınan yenilgilerin ve kaybedilen toprakların sorumlusu sıfatıyla 14 Haziran 1826’da, II. Mahmut tarafından kanlı bir devlet müdahalesi ile tarihten silinmiştir. Silinmiştir ama Göktürkler’den beri devletin hâkimiyet alâmetlerinden olan davul veya kösle hakan çadırı yahut sarayının önünde nevbet vurulması geleneğini temsil eden, savaşlarda müzikle askerin maneviyatını ve cesaretini artırmayı, düşmanı ürkütmeyi amaçlayan; Mozart, Beethoven gibi ünlü bestekârlara “alla turca” (Türk tarzı) besteler yaptıran mehteran da maalesef Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasıyla birlikte lağvedilmiştir.
Sultan II.Mahmut (Vikipedi)
Mehter, neydi ve nasıl ortaya çıkmıştı?
Farsça’da “daha büyük, en büyük” anlamına gelen “mih(-ter)” kelimesinin Türkçeleşmiş şekli olan mehter (çoğulu mehterân), Osmanlı saray teşkilâtında mehterhâne de denilen mûsiki takımı için kullanılmıştır.
Mehter teşkilâtının geçmişi Türk ve İslâm tarihinin en eski devirlerine kadar giderse de bunu ifade eden mehter ve mehterhâne terimlerine ancak XVI. yüzyıl Osmanlı belgelerinde rastlanır. Türk askerî mûsikisine dair ilk bilgiler VIII. yüzyıla ait Orhon Abideleri’nde bulunmakta ve burada hükümranlık sembolü “tuğ” ile birlikte geçen “köbrüge” (kö’ürge) kelimesiyle “kös” veya “nevbet” davulunun kastedildiği görülmektedir. “Dîvânü Lugāti’t-Türk”’teki, “Tuğum tikip uruldı. (Tuğ dikilip nevbet davulu vuruldu)” cümlesiyle, Göktürkler’den beri devletin hâkimiyet alâmetlerinden olan davul veya kösle hakan çadırı yahut sarayının önünde nevbet vurulması geleneğinin XI. yüzyıl Türk-İslâm devletlerinde de sürdürüldüğü anlaşılmaktadır.
Tarihi kaynaklardan anlaşıldığına göre XI. yüzyılda Orta Asya, Hindistan ve Ortadoğu’da yaşayan Türk toplulukları arasında tanınan küvrüg (kös), tabl (davul), borguy (boru), nây-i Türkî (zurna), çeng (zil) gibi sazların bazı küçük farklılıklarla Yemen’den Sudan’a, Hindistan’dan Endülüs’e kadar İslâm dünyasının hemen her bölgesinde kullanılması bu konudaki etkileşimi göstermektedir. Bu sazlar, eski askerî mızıka takımlarının günümüzdeki tek örneği sayılabilecek Türk mehter takımlarında kullanılan kös, davul, nakkāre, zurna, boru, zil ve çevgânla hemen hemen aynıdır.
Osmanlı mehterhâne teşkilâtının kuruluşu hakkında kesin bilgi yoktur. Bunun, Anadolu Selçuklu sultanının Osman Gāzi’ye hâkimiyet sembolü olarak “tabl” ve “ālem” göndermesiyle başlatılması yaygın bir rivayettir. Bununla birlikte, XIV. yüzyıl Anadolu topraklarında Osmanlılar’ın yanı sıra teşkilât ve teşrifatta Selçuklular’ı örnek alan diğer beyliklerin de tam teşkilâtlı olmasa bile harb müziği çalan mehterhâneye benzer çalgı takımlarına sahip olması muhtemeldir. XV. yüzyılın başında ise Ankara Savaşı’nda çarpışan Yıldırım Bayezid’in ve Timur’un ordularının her ikisinde de harb müziği çalındığı bilgileri vardır.
Sultan III. Murad‘ın huzurunda Mehteran’ı gösteren minyatür. (TDV İslam Ansiklopedisi)
Mehteran teşkilâtında ilk ciddi gelişmenin Fâtih Sultan Mehmed döneminde gerçekleştiğini söylemek mümkündür. Fetihten sonra Demirkapı’daki nevbethâneyi Fâtih kurdurmuş, ayrıca bir fermanla Eyüp, Kasımpaşa, Galata, Tophane, Beşiktaş, Rumelihisarı, Yeniköy, Rumeliyenihisarı, Kavakyenihisarı, Beykoz, Anadoluhisarı, Üsküdar ve Yedikule’de seher vaktiyle öğle ve yatsı namazlarından sonra günde üç nevbet çalınmasını emretmiştir. Kanûnî Sultan Süleyman zamanında toprakların genişlemesiyle birlikte devlet teşkilâtı da buna paralel olarak değiştiğinden vezir ve paşaların mehter kullanımına dair yeni düzenlemeler yapılmıştır.
Mehteran kıyafetlerini gösteren bir resim. (TDV İslam Ansiklopedisi)
Mehterlerin kıyafetleri göz alıcı renklerde ve biçimlerdeydi. Ağalar, arkalarına cübbeden daha geniş ve kolları uzun bir elbise olan kırmızı kaput veya çuha biniş, bacaklarına kırmızı çuhadan çakşır, ayaklarına sarı mest-pabuç giyerler, başlarına kırmızı kavuk üzerine sarık sararlardı. Çalgıcılar ise mor, lâcivert veya siyah çuhadan biniş, kırmızı bezden çakşır ve kırmızı mest-pabuç giyer, başlarına yeşil kavuk üzerine sarık sararlardı.
Mehterlerin müzikleri ve göz alıcı kıyafetleri kadar kendilerine has tören yürüyüşleri de dikkat çekiciydi. Yürümeye sağ ayakla başlanır, üç adımdan sonra durularak sağa dönülür, sonra sol ayakla tekrar yürümeye başlanıp üç adımdan sonra aynı şekilde sola dönülürdü. Mehterlerin, kendilerini seyredenlere cephe göstererek daha azametli görünmeyi ve seslerini daha geniş bir alana yaymayı hedefledikleri anlaşılan bu yürüyüş tarzı bazı çevrelerde, “çağdaş medeniyet yolunda alaturka zihniyetle ilerleme” anlamı taşıyan ve tamamen yanlış olan “mehter gibi iki ileri, bir geri” sözünün ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
Mehter müziği, tamamıyla orijinal ve millî bir mûsikidir. Mehter havaları, canlı ve hareketli nağmeleriyle askerlerin mâneviyatı üzerinde son derece etkili olmuş ve Osmanlı ordusunun kazandığı zaferlerde büyük rol oynamıştır.
Avrupa’da müzik sanatının doruğa çıkmaya başladığı XVII. yüzyılın son çeyreğinde vuku bulan II. Viyana Kuşatması sırasında şehrin etrafında çeşitli yerlerde gece gündüz nevbet vuran mehter takımları halk üzerinde çok etkili olmuş, mehterlerin kıyafetleri kadar müzikleri de Batı’da bir moda meydana getirmiştir. Özellikle kuşatmanın olumsuz etkilerinin yavaş yavaş unutulmasından sonra XVIII. yüzyılda davul başta olmak üzere bazı mehter çalgıları veya eldeki örneklerden geliştirilen benzerleri orkestralara dahil edilmiş ve Glück, “üç Viyana klasiği” denilen Mozart, Beethoven, Haydn ile Weber, Rossini ve Saint-Saëns gibi ünlü bestekârlar “alla turca” (Türk tarzı) adını verdikleri, Osmanlı askerî mûsikisini hatırlatacak ritim ve nağme düzeni içinde bazı besteler yapmışlardır.
1826’da Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasıyla birlikte mehterhane de lağvedilmiş ve yerine Avrupa bandosu örnek alınarak Muzıkâ-yi Hümâyun getirilmiştir. Uzun bir aradan sonra yeni mehterhâne, Ahmed Muhtar Paşa tarafından “Mehterhâne-yi Hâkānî” adıyla 1914’te yeniden kurulmuştur. Eski marşlar unutulduğundan mehterbaşı Ali Rıza Bey ilk iş olarak kendi besteleriyle Muallim İsmâil Hakkı Bey, Hoca Kâzım (Uz) ve Kaptanzade Ali Rıza Bey gibi bestekârların yaptıkları bestelerden yeni bir repertuvar oluşturmuş, buna klasik fasılları da dahil etmiştir. Ancak Cumhuriyet’in kurulmasından sonra yeni Askerî Müze idaresine devredilen bu takım 1935’te bir defa daha lağvedilmiştir.
Geçmişi Türk ve İslâm tarihinin en eski devirlerine kadar giden mehter teşkilâtı neyse ki 1952 yılında Genelkurmay Başkanı Nuri Yamut tarafından bir kez daha teşkil edilmiş, 29 Mayıs 1953’te düzenlenen İstanbul’un fethinin 500. yılı kutlama törenlerine katılıp halkın büyük bir heyecanla ortaya koyduğu beğenisiyle karşılanmıştır.
Bu gün yaşı ellinin üzerinde olan vatandaşlarımızca malum olacağı üzere, insanımıza mehteri tanıtan ve sevdiren bir mühim vasıta da Türk sineması olmuştur. Özellikle, rahmetli Cüneyt Arkın’ın “Kara Murat” filmleri, mehter müziğini ömründe hiç duymamış Anadolu insanını mehter ile tanıştırmış ve onların milli duygularının kabarmasına vesile olmuştu.
(TDV İslam Ansiklopedisi)
Mehter takımı, halen İstanbul Harbiye’de Askerî Müze ve Kültür Sitesi Komutanlığı’na bağlı “Mehteran Bölüğü” adı altında faaliyet göstermektedir
Comments