top of page
  • Yazarın fotoğrafıProf. Dr. Mahmut Can YAĞMURDUR

Evrim ve Devrim

Doğada her canlı ölümü ile doğar. Bu açıdan bakıldığında aslında varoluş sürecini anlamlı kılan "ölüm" kavramıdır. Tüm canlı türleri doğal seleksiyona imkân tanıyan onun sağ kalımını olanaklı kılan adaptif yeteneklerini gelecek kuşaklara aktarmasını sağlayan genetik ekspresyonunun denetimindedir. Bu nedenle bazı düşünürler evrim teorisini "aristokratik" bir kurgu olarak niteler ve eleştirir. Bu o kadar ilginç bir durumdur ki türün adaptif devamlılığı için bireysel yok oluş/yok oluşlar adeta zorunludur.


Bu evrimsel süreç benim kanımca biyolojik olarak "tür içi tedricilikten" çok kesintili denge teorisinin ilkelerine tabidir. Bunu insan türü ve onun oluşturduğu topluluklardaki sağkalımsal gerekliliğin devamı bakımından bir "evrensel model" gibi telâkki edebiliriz. Yani bir anlamda insan türünün devamı için gerekli olan "biyolojik feda" kavramı sosyal olaylar için de geçerlidir. Bugün insan özgürlüğünün, insan uygarlığının devamlılığı için zorunlu olduğunun idraki bağlamında, kıyasa dayalı zihinsel kaskadının çalışması için totalitarizme gereksinim olduğu yadsınamaz.


Mutlak Kapalı toplumlar ve ekonomik modeller insan özgürlüğünü ciddi olarak tehdit eder, sadece insan türünün değil uygarlığın da sonu olur (Sparta şehir devleti kapalı mükemmeliyetçilik zannı ile tükenmiştir). Belki de hak ve adaletin, hakça paylaşımın sağlandığı, sermaye ve emek sütunlarının denge ile yükseldiği, tek yüce değerin özgürlük olduğu, kendine özgü bir ahlak sisteminin esas tutulduğu "meritokratik" bir sistem için seleksiyon ve kesintili denge teorisi bağlamında kitlesel yok oluşlar günümüz küresel güçlerinin etkisiyle kaçınılmaz olabilecektir.


Devrimler bu bağlamda, aslında tam anlamıyla bir değişim dönüşüm olsa da içinde tıpkı "her doğan canlının ölümü ile doğuşu" gibi karşı devrime dair kodları da ihtiva eder. Bu durumda devrimin başarısını zorunlu kılan olgu "devamlılık" tır. Bu devamlılık için ise adaptibiliteyi hızlandıracak ve hastalığı "reverse" edecek mekanizmaların çalışması için feda edilecek "birey/bireyler" in varlığı zorunludur. Devrim ile oluşan yeni düzenin karşı devrim ile yok edilmemesi için "kesintili denge" süreçlerinin tanısının dikkatle konulması ve takibi böyle anlaşılmalı diye bakmaktayım. Bu nedenle biyolojik kuramlar ve türümüzün özellikleri göz önüne alındığında, meritokratik bir "kurgu" da değişim-dönüşüm tabanın isteğine ne kadar bağlıdır tartışılabilir.


Kaldı ki, her değişim ve dönüşüm de devrim olarak algılanamaz. Aklın ve edinilen deneyimlerin ışığından mahrum, üretim ve hakça paylaşıma dayanmayan, çağın gerçeklerinden uzak, rasyonalist değerlendirmeden yoksun salt ideolojiye dayanan zorlamalar akim kalmaya mahkumdur. Bununla birlikte, devrim üç alanda gerçekleştirilir.


1. Bilimsel düşünce


2. Kültür ve sanat


3. Hukuk


Bilimsel düşünce önemli ölçüde bir metodoloji sorunsalı içerir ki bu coğrafya ve toplumsal kültür ile yakından ilgilidir. Kültürel devrimin en önemli bileşeni "dil" dir. Ortadoğu coğrafyasında, kanaatimce X.yy dan beri bu konu çözülememiş. His-akıl-nakil ve aklın dine mutlak "religarea" sı sağlam bir felsefi retorik oluşumunu birkaç mütefekkir dışında oluşturamamıştır. Öyle ki onların sesi de kurtuluş için yetmemiştir. Tevil dediğimiz hermenötik düşünce sistemi günah kabul edildiği için medrese/ulema baskısı bilimsel bilgiyi de gereksiz olarak addetmiştir. Sanat ise devrimin en zor sınavıdır. Bu açıdan çağdaş ve evrensel sanat kurumları dikkatle takip edilmelidir. Kültür tarihsel ve toplumsal evrimi ile oluşan özgün karakterinden evrensel hale getirilmelidir. Cumhuriyet döneminde sanat adına gerçekleştirilen hamleler Türk Ulusunu bu anlamda evrensel kültürde "etkin" bir konuma getirebilmek içindi.


Maalesef "Arabizasyon" bu bağlamda belki de Büyük Atatürk sonrası kimi hatalar nedeniyle devam etmiş ve köyden kente göçlerle de 1950’den sonra ivme kazanmış ise de bugün toplumun önemli bir kısmı sorunun farkına varmaya başlamıştır.

Hukuk ise bir devletin ve uygarlığın en önemli ortak değeri ve garantörüdür. Cumhuriyet aynı zamanda çok ciddi bir hukuk devrimidir. Bu hukuk devriminin en önemli üç ayağı ise


A. Saltanatın ve Hilafetin Kaldırılması (fikir)


B. Tevhid-i Tedrisat Kanunu (irfan)


C. Tekâya ve Zevâya Kanunu (vicdan)


Olmak üzere sıralanabilir. Şimdi pratik olarak toplumun bu üç kanuna sahip çıkma yüzdesi evrensel platformda "köle veya efendi" safında değil "kılavuz" olup olmayacağımız bağlamında önemlidir.


Sonuç olarak kesinti gibi gözüken durumlar, "adaptif toplumsal genetik mutasyon" süreçleri ile ilgili olabilir. Ben burada "adaptif genetik mutasyon" kavramını dogmatik ve itikadı düşünce "dizgesini" çağa uygun "non-hipotetik deneyselci bilimsel düşünce" dizgesine değiştirme anlamında kullanıyorum. Bulunduğumuz coğrafyanın jeo-stratejik önemi, gözden çıkarılacak "birey/toplum/kitle"nin varlığını zorunlu kılabilir.


Nihil inherit omnia vivit, momento mori...


Saygı ve sevgilerimle



Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page