Efsane bir uyarlama ile tekrar geldim… The Crow (Ölümsüz Aşk)…
1981 yılında, çizgi roman yazarı olan James O’Barr yaşadığı bir trajedinin ardından, Berlin’de bir çizgi roman efsanesi için çalışmaya başlar ama geçirdiği sıkıntılı dönemler yüzünden bunu tamamlaması epey zaman alır. Daha sonra beyazperdeye taşınan bu karakter ve hikaye bir efsane ve kült haline gelir. Ülkemizde ‘Ölümsüz Aşk’ adı ile gösterime girse de hala orijinal adı olan ‘The Crow’ olarak anılmaktadır ve o dönemlerde, odamın duvarını süsleyen muhteşem görselli posteri, soundtrack kaseti ve Cd’si hala kitaplığımın bir köşesini süslemektedir.
‘The Crow’ filminin bu kadar çok sevilip saygı duyulmasının nedenlerinden biri, Mısır doğumlu ve Yunan kökenli olan Avusturalyalı yönetmen ‘Alex Proyas’ın uzun metrajlı ilk filmi ve başrolünü üstlenen efsane Kung Fu ve Jeet Kune Do ustası ‘Bruce Lee’ nin oğlu ‘Brandon Lee’ni son filmi olmasında ki kesişme olabilir mi? Kesinlikle buda büyük bir etkendir ama ilk sırada değil. Neticede ‘Alex Proyas ‘Bram Stoker en iyi senaryo ödülü’ almış bir yönetmendir ama bu filmi bu kadar iyi yapan şeylerden bence en önemlisi ‘Brandon Lee’nin temiz bir oyunculuk çıkarmasıdır. Role olan uyumu, hala festivaller de kullanılan o muhteşem makyajı, Rock sanatçısı rolü, ölümsüz aşkı ve babasından miras kalan dövüş yetenekleri ayrıca hiç sabah olmayacakmış gibi bize yaşatılan karanlık gotik atmosferi ve bir karganın gözünden bize yansıtılan bir intikam öyküsü. Yönetmenin bu tarzı daha sonra ‘Sin City’ başta olmak üzere karanlık temalı filmlere ilham olmuştur. 15 miyon dolar bütçesi olan ‘The Crow’ gişede 50.693.162 dolara erişmiştir. Filmin müziklerini ise Yeni Zelandalı müzisyen ve besteci olan ‘Graeme Revell’ üstlenmiştir ve filmle bütünleşen en önemli şarkı ‘The Cure’ grubunun ‘Burn’ isimli parçasıdır.
Film 1994 yılında gösterime girdiğinde, belki o dönemler de birçok kişinin dikkatini çekememiş olsa da sonrasın da ‘Eric Draven’in (Brandon Lee) intikamcı bir ruh olarak mezardan çıkışı, günümüzde hala en çok göz önünde olan sahneler arasındadır. Bu filmin ardından 1996,2000,2005 yıllarında devam filmleri yayınlanmıştır ancak hiçbiri ilk filmde ki o havayı verememiştir. Bu yüzden olacak ki sonrasında plan aşamasına gelen ve bir türlü çekimi yapılamayan projeler hep iptal olmuştur. Hatta ‘Blade’ ve ‘Nun’ filmlerinin yönetmenleri ‘Stephen Norrington’ ve Corrin Hardy’ de yeni bir projeye dahil olmuşlar ama daha sonra ayrılmışlardır. Kimileri ise bu filmi lanetli olarak adlandırır ki; çekimlerin ilk günü yapımcılar, eğer filme devam ederlerse başlarına kötü şeyler geleceğine dair bir sesli mesaj almışlardır ve aynı gün bir elektrik teknisyeni sette kaza geçirerek yanmıştır. Ardından bir kasırga filmin setini mahvetmiş ve son olarak da en kötü olan olay yaşanmış ve ‘Brandon Lee’, aslında boş olması gereken bir silahın gerçekten ateşlenmesi ise çekimler sırasında hayatını kaybetmiştir…
‘Brandon Lee’, 58 günlük çekim sürecinin 52. Gününde, 60’ dan fazla tekrar edilen aynı sahnede trajik bir şekilde ölmüştür. Film hikayesinde; öldürüldükten bir yıl sonra mezarından çıkıp evine geldiği sahnede sırtına kurşun sıkılarak yaşamını yitiren Lee, vurulmasından otuz dakika sonra hastaneye nakledilmiş, beş saat boyunca operasyonda kalmış ancak aşırı kan kaybı yüzünden kurtarılamamıştır. Kurşun, filmde ‘Funboy’ karakterini oynayan ‘Michael Massee’ nin (Rizzoli&Isles) ateşlediği tabancadan çıkmıştır. Oyuncu bu yanlışlıkla yapılan hatadan sonra ömrü boyunca filmi hiç izlemediğini belirtmiştir. Filmde, ölüm anının her ne kadar izlenilebileceği düşünülse de dava sonucuna göre imha edilmiştir. Sadece sahneyi görmemiz mümkündür o kadar…
Bir başka üzücü olayda, aktörün o sırada nişanlı olması ve sadece on yedi gün sonra evlenecek olmalarıydı. Lee’ nin ölümünden sonra annesi (Linda Lee Cadwell) ve nişanlısı (Eliza Hutton) yönetmenden filmi tamamlayıp yayınlamasını istemişlerdir. Bunu üzerine son sahneler Lee olmadan CGI teknolojisi kullanılarak tamamlanmış ve film sonunda yayınlanmıştır.
‘Brandon Lee’, söylenenlere göre, rolü için vücudunun her yanına buz torbaları sarmıştır, çünkü intikam almak için geri geldiğinde her ne kadar yeryüzünde dolaşsa da hali hazırda bir ölü olduğunu göstermeye çalışmış ve böylelikle sahneleri başarılı bir şekilde gerçeğe yakın göstermiştir.
İşte 31 Mart 1993’te 28 yaşında hayatını, kariyerinin dönüm noktası olan bir filmde kaybeden ‘Brandon Lee’, erken yaşta aramızdan ayrılmıştır ki babası olan ünlü dövüş sanatları eğitmeni, Jeet Kune Do’nun kurucusu, 20. Yüzyılın popüler kültür ikonu kabul edilen Bruce Lee ile aynı kaderi paylaşmıştır.
‘Brandon Lee’, babası ‘Bruce Lee’ 33 yaşında, hayata gözlerini yumduğunda sekiz yaşındaydı. ‘The Crow’ öncesi bazı aksiyon ve dövüş filmlerinde babasından aldığı yeteneklerle oynamasına rağmen en büyük çıkışını bu rolle yapmıştır. Hala hayatta olsa çok iyi yerlere gelebilecek bir oyuncu olduğunu kanıtladığı bu filmde ‘intikam işte böyle alınır’ temasını en iyi şekilde işlediğini düşünüyorum. Canlandırdığı Rock sanatçısı Eric Draven karakteri ile hem rol icabı hem de gerçekten ölmesi onu bu karaktere sonsuza kadar bağlamış ve ‘Bandon Lee’ akıllarımıza ‘The Crow’ efsanesi olarak kazınmıştır.
Yönetmenin, Lee’nin yanı sıra düşündüğü diğer birkaç aktör de vardır ki; (Johnny Deep, Christian Slater, River Phoenix) belki de onlardan biri seçilseydi, kazaya kurban giden isim farklı birisi olacaktı. İşte biz buna kader diyoruz…
Film tarihinde, bu şekilde birkaç kaza daha yaşanmış olsa da benim değinmek istediğim başka bir benzetme var ki oda bana göre bugüne kadar oynanmış en güzel ‘Joker’ karakteri olan ‘Heath Ledger’ benzerliği. İki oyuncuda kariyerinin en başarılı rolünde yaşamlarını yitirirken, makyajları ve saçları birbirine çok benziyorken ve ikisi de 28 yaşında iken aramızdan ayrılmışlardır.
‘Brandon Lee’, ölümünden 12 gün önce ‘The Sheltering Sky’ kitabından ve oynadığı son filminden bahsettiği son röportajında şöyle demiştir:
“Hayatınızı derinden etkilemiş bir öğleden sonrayı, daha kaç kez anımsaya bilirsiniz? Diyor ya, ben filmi izleyince kitabı balkonda okuduğum yıllar öncesinin bir yaz akşamına gidiyorum; o akşamı daha kaç kez anımsayabilirim ki? Yine de her şey sonsuzmuş gibi. Oysa nasıl da hızla tükeniyor”…
Filmin konusuna kısaca değinmek gerekirse; Cadılar Bayramı gecesi Eric ve nişanlısı Shelly, oturdukları çatı katında ve düğünlerinin bir gece öncesinde Top Dollar isimli bir grup serseri tarafından öldürülürler. Tam bir sene sonra Eric ve Shelly’nin yan yana gömüldükleri mezara bir karga gelir ve Eric’in mezardan çıkıp intikamcı bir ruh olarak yeryüzüne gelmesini sağlar. Devamı ise mutlaka izlenilmesi gereken bir aşk, bir kurtuluş bir intikam ve sonunda bir huzur meselesi…
Filmin bir sahnesinde Lee, nin intikam almak için geri geldiğinde onu makyajından dolayı tanıyamayan, küçük arkadaşları Sarah’a (Rochelle Davis), kendini belli etmesi için ip ucu verirken ‘Yağmur her zaman yağmaz’ deyişi ve kızında ona ‘seni tanıdım’ bakışı, aynı ‘Kara Şövalye Yükseliyor’ Filminde ki ‘Batman’in ‘Komiser Gordon’ a kendini tanıması için verdiği ipucu ile aynı betimlemelerde olması da gözümden kaçmayan mükemmel bir ayrıntıdır. Ayrıca geçtiğimiz Nisan ayında gelen bir habere göre, ünlü korku yazarı ‘Stephen King’in ‘O’ kitabının ikinci uyarlamasında korkunç Palyaço ‘Penywise’ karakterini canlandıran ‘Bill Skarsgard’ın (True Blood’ un ünlü vampiri Eric’i oynayan Alexander Skarsgard’ın kardeşi) yapımını ‘Sam Pressman’ın üstlendiği modern bir versiyonu gelecektir. Yönetmenliğini Rupert Sanders’ın (Ghost in the Shell) yapacağı bu yeni versiyonun günümüz şartları sayesinde ne kadar iyi olacağı düşünülse de bence asla ilk filmin üstüne çıkamayacaktır. Çünkü ‘The Crow’ her zaman ‘Brandon Lee’ ile özdeşleşmiş olarak kalacak ve ondan başkası bu karga efsanesini asla değiştiremeyecektir. ‘Brandon Lee’ ‘The Crow’ ile mezardan çıkmış ve tekrar onunla birlikte ebedi huzuruna kavuşmuştur…
Ve son replik ile tekrar filmi ve yitirilen oyuncuyu analım…
“Eğer sevdiğimiz kişiler bizden çalınmışsa, onları uzun yaşatmanın yolu, onları sevmekten asla vazgeçmemektir. Binalar yanar, insanlar ölür ama gerçek aşk, ölümsüzdür”…
Sizde, bu ölümsüz aşkı ve efsane makyajı ile filmi bitiremediği halde onunla klasikler arasına giren bu oyunculuğu ve benim gibi belki Pluviofil olmasanız da yağmurun altında geçen her bir karanlık sahneyi merak ederseniz mutlaka bir şans verin, izleyin ve iyi hissedin çünkü ben iyi hissettim ve iyi olan her şey sizi de bulsun isterim…
Comments