Eski bir öykü
Gerçek bir öykü
Onlar sadece arkadaştılar
Her şey değişti
Önce korktular
İkisi de hiç hazır değildi
Bu sevda için
Güzel ve Çirkin
Aşk hep böyledir
Bir mucizedir
Bir gün aniden doğan
Bir güneş gibi gerçektir
Eski bir öykü, eski bir şiir
Aşkın tadıyla değişir insan
Şaşırır birden
Doğudan doğan bir güneş gibi
Eski bir öykü, bir şiir gibi
Güzel ve Çirkin
Bu kez masallar diyarına götürmek istedim sizi. Şüphesiz her masalın kendine özgü güzellikleri var ama benim için en kıymetli olanları ‘Disney Masal’ diyarıdır ve on beş ‘Disney Prenses’i arasından en sevdiğim ise benim gibi kitap kurdu olan Belle’dir.
Küçük bir çocukken, evimize alınan bir ansiklopedi seti benim hayallerimin ayarlarıyla nasıl oynadıysa hala bu zamanda bile okudukça, izledikçe mutlu oluyorum. On adet kitaptan oluşan bu sarı karton kapaklı, ‘Walt Disney Ansiklopedi’ setinin beşincisi olan ‘Masallar/Mitoslar ve Söylenceler’ kitabındaki her masalı belki yüzlerce kez okumuşumdur. Benim için çok değerli olan bu kitaptaki bütün masalların ayrı ayrı özel yerleri vardır ama Belle’nin karakterine kendimi yakın görmem hatta tam manasıyla ‘bu kız işte ben’ diye düşünmemden olsa gerek (çok kitap okuması ve düşünceleri bakımından çevresi tarafından ‘garip bir kız’ olarak nitelendirilmesi) beni kendisine çeken ve en çok okuyup, bununla uzaktan yakından alakalı her yapımı izlediğim ‘Güzel ve Çirkin’ masalıdır.
Güzel ve Çirkin’ in ne kadar derin hisler beslediğini, her okuduğumda ya da izlediğimde bir kez daha anlıyorum. Bugüne kadar birçok versiyonu yapılmış olsa da benim için en kıymetlisi şüphesiz ki; 1991 yılında animasyon dünyasına bomba gibi düşen, yönetmenliğini Gary Trousdale ve Kirk Wise’ın üstlendiği ve Alan Menken ile Howard Ashman’ın (Bu ikili ayrıca yine bir Disney masalı olan Küçük Deniz Kızı’nın bestesi için bir araya gelmişlerdir.) enfes müziklerini besteledikleri seksen dört dakikalık harika bir müzikal şölen olan yapımıdır.
Fransız romancı Gabrielle- Suzanne Barbot de Villeneuve tarafından yazılan ve 1740’ta ‘Genç Amerikalı ve Deniz Masalları’nda yayımlanmış geleneksel bir masaldır. Daha sonra ‘Walt Disney Feature Animation’ tarafından 1991’de animasyon dünyasına öyle bir giriş yapmıştır ki, Akademi ödülü tarihinde ‘En İyi Film Oscarı’na aday gösterilen iki animasyon filminden ilki olmuştur. (İkincisi Disney/Pixar yapımı ‘Yukarı Bak’)
Türkiye’ de 1993 tarihinde vizyona girdiğinde, sinemada izlediğim ilk filmdi ve ‘Canavar’ karakterine ses veren ‘Vollkan Severcan’ın performansı beni adeta büyülemişti.
1987-1990 yılları arasında çekilen ve ülkemizde de yayınlanan ‘Güzel ve Çirkin’ dizisi bir hayli rağbet görmüştür. Halk arasında ‘Aslan Adam’ lakabıyla ün yapan ‘Çirkin’ karakteri Vincent Keller’ı Ron Perlman ve ‘Güzel’ karakteri Catherine Chandler’ı da Linda Hamilton canlandırmıştır. Çirkin Aslan adam ve güzeller güzeli Cat’in imkânsız aşk hikayesini de anlatan ve sürükleyici bir polisiyeye konu olan dizi eminim ki o dönemlerde yaşamış olan birçoğumuzun hafızalarında yer etmiştir.
2011’ de Alex Flinn’in aynı adlı romanına dayanan ‘Sevimsiz’ (Beastly) isimli bir versiyonu çekilmiştir. Bu fantastik drama konulu filmin ‘Güzel ve Çirkin’ masalına dayanan günümüz New York’unda geçen tatlı bir hikayesidir. Başrollerini Vanessa Hudgens ve Alex Pettyfer’in paylaştığı bu film biraz daha ergen yaşa hitap eden bir versiyonu olsa da, cadı rolünde Mary- Kate Olsen’ı (80’lerin o meşhur duygu yüklü sıcacık dizisi ‘Bizim Ev’) izlemek gerçekten görülmeye değerdir.
2012- 2016 yılları arasında, modernize edilerek tekrar gündeme gelen başka bir versiyonu dizi olarak yayınlanmıştır. Özünde ‘Aslan Adam’ olarak bilinen yukarıda belirttiğim 80’ler dizisinin günümüz uyarlamasıdır. ‘Güzel’ polis Catherine’yi Kristin Kruek canlandırırken, ‘Çirkin’ karakterini de Jay Ryan oynamıştır. Ayrıca çok severek izlediğimi de eklemek isterim.
2014’te masalın doğduğu şehir olan Fransa’da karşımıza çıkan film versiyonu ‘La Belle et La Bete’ de, yönetmen Christophe Gans, biraz daha gerilim unsuru taşıyarak bize sunmuştur ‘Güzel ve Çirkin’i. Ana hikâye zaten benim vazgeçilmezim olduğu ve film sektöründeki gotik modellemeler ilgimi çektiğinden hoşuma gitmişti. Bu filmle ilgili kısa bir bilgi verecek olursam, yönetmen tamamladığı bu versiyonu ilk kez 1946 yılında çeken Jean Cacteau’ya ithaf etmiştir.
2017’de ki, 1991 animasyonundan sonra hikâyeye neredeyse tamamen sadık kalan. Aynı renk, sıcaklık ve enerjiyi bize veren ve bana göre animasyonundan sonra özünü en iyi yansıtan bir sinema filmi yayınlanmıştır. ‘Emma Watson’un Harry Potter’daki Harmione Granger karakterinin, güçlü, azimli, akıllı ve kararlı profili ile ‘Belle‘i oynaması bence bir uyum harikasıydı. ‘Dan Stevens’ her ne kadar canavar haliyle değil de Prens’e dönüştükten sonra yüzünü bize gösterse de yine de ne kadar iyi bir oyunculuk çıkardığı aşikardır. Ayrıca özgün hikâyede de bulunan ve az sonra konuya değinirken anlatacağım birkaç karakter var ki, isimlerini vermeden geçemeyeceğim. Belle’in babası ‘Maurice’i canlandıran ‘Kevin Kline’, işgüzar şamdan ‘Evan Mcgregor’, otoriter saat Cogsworth ‘Ian McKellen’, tatlı çaydanlık anne Mrs. Potts ‘Emma Thompson’ ve yaramaz minik bir fincan olan Mrs. Potts un oğlu Chip ‘Nathan Mack’. Küçük bir detay: Chip’ in canlandırdığı fincan objesinin bir kenarının kırık olmasının sebebinin, büyü bozulup da insana dönüştüklerinde küçük çocuğun bir dişinin eksik olması ile bağdaştırmaları çok iyiydi. Ayrıca benim de aynı yerinden kırılmış eski tarz bir çay fincanım var ve ona ‘Chip’ adını koydum.
Şimdi gelelim asıl konuya yani ‘Disney’in uyarladığı masal ve animasyon yapımımdaki hikâyeye. Kısaca anlatmaya çalışacağım ama ben uzun ve devrik cümlelerimle meşhurumdur, okuyucularım zaten beni bilirler.
Yaşlı bir dilenci, bir gün genç bir prensin yaşadığı şatoya gelir ve bir gül karşılığında onu misafir etmesini ister ama bizim prens bunu reddeder. Yaşlı kadın son bir kez şansını deneyerek (daha doğrusu prense son bir şans vererek) onu, görünüşe bakarak aldanmaması konusunda uyarır ama prens ona ve hediyesine burun kıvırarak tekrar reddeder çünkü kendisi, acımasız, kibirli, düşüncesiz, şımarık ve bencil bir kişiliktir. Daha sonra yaşlı dilenci bir anda güzel bir kıza dönüşür. Prens birden yalvarıp yakarmaya başlar ama büyücü onun yüreğinde hiç sevgi olmadığını çoktan anlamıştır ve ceza olarak onu, şatosunu ve içindekiler lanetler. Prensi korkunç bir canavara, şatonun içindeki hizmetkarları da eşyalara dönüştürür ve ona yirmi beş yaşına gelene kadar gerçekten sevmeyi ve sevilmeyi başaramazsa sonsuza kadar her şeyin bu şekilde kalacağını söyler. Prens artık bir canavara dönüşmüştür. Büyücünün verdiği gülün yaprakları tamamen dökülünceye kadar da gerçek aşkı bulamazsa sonsuza kadar böyle kalacaktır.
Yıllar yılları kovalar canavar artık tüm umutlarını yitirmeye başlar, kendini herkesten ve her şeyden soyutlar. Dış dünya ile bağlantısı olan sihirli bir ayna dışında hiçbir şeyle ilgilenmez. ‘Bir şeyi yeterince uzun süre düşünmezsen unutursun’ mantığı ile hayatına bu şekilde ama hala aksi ve huysuz olarak devam eder. Evdeki eşyaya dönüşen hizmetkarlarda kendilerince şatonun içinde yaşamaya başlarlar.
Sonra bir gün yaşlı bir adam ormanda kaybolur ve şatoya gelir. Eşyalar buna çok sevinir çünkü yıllardan sonra oraya gelen tek insan o’dur ama canavar bu duruma çok sinirlenip onu alıkoyar. Babası gittiği yerden dönmeyince bizim güzel kızımız Belle gidip babasını bulur, canavardan onun yerine kendisini tutsak etmesini ister ve işte asıl hikâye buradan sonra başlar…
Küçük bir köyde yaşayan Belle, her gününün aynı geçmesi ve kimsenin onu anlamamasından şikayetçidir. Köy halkı, ona sürekli kitap okuyup hayal kurduğu için ‘garip kız’ adını takmıştır ama Belle ancak bu şekilde köydeki yaşamından biraz da olsa zevk alıyordur. Bu arada köydeki avcı ve en ünlü insan olan Gaston da Belle’e aşıktır ama bizim kızımız ondan hiç haz etmez hatta şöyle bir konuşmaları var ki ne demek istediğimi hemen anlayacaksınız.
Gaston: Bunu nasıl okuyorsun ya? Hiç resim yok!
Belle: Yerinde olsam hayal gücümü kullanırdım.
Gaston: Belle, artık kafanı şu aptal kitaplardan kaldırıp, daha önemli şeylere bakma zamanın gelmedi mi? Mesela bana! Bir kadının kitap okuması doğru değil. Bütün kasaba bunu konuşuyor ya! Yoksa yanlış şeylere kapılıp…düşünebilir.
Belle: Gaston, her yerinden zekâ fışkırıyor.
Gaston: Teşekkür ederim, Belle!
Sizce bizim, okuduğu her kitapta o diyarlara kendini hayali olarak ışınlayan ve bir gün bunların gerçekleşeceğine inanan kızımız böyle sığ düşünen bir adama gönlünü verir mi? Tabii ki hayır.
Belle, ‘hayallerim var bu köyde yaşayamam ömrümü, maceraya dalıp, beni anlayan birini bulmak istiyorum’ diye ortalarda dolaşırken birden kendisini bu şatoda bulması onun hislerine tercüman olduğundan, canavarın çirkin ve korkunç görüntüsü onu korkutmaz. Canavar başlarda ona hükmetmeye çalıştıkça Belle benliğinden kopmayarak ona boyun eğmeden karşı koyar, bu canavarı önceleri çok sinirlendirse de yıllarca hükmettiği herkesten sonra karşısında böyle dimdik duran birisi çıktığı için etkilenir ve kibar olmaya çalışır. Aralarındaki iletişim gün be gün artarken ruhları birbirine yakınlaşmaya başlar. Belle ona kibarlığı, merhameti ve en sonunda sevmeyi öğretir. Belle bu sınırlı özgürlük yaşadığı şatoda artık mutlu olmaya başlamıştır ve canavarın ona büyük bir sürpriz yapmasıyla daha bu mutluluğu daha da artar. Canavar onu duvarları kitaplarla kaplı kocaman bir odaya götürür ve istersen hepsi senin der. Kitap okumayı seven bir insan için bu ne kadar büyük bir nimettir gerisini siz düşünün artık.
Burada anlatılmak istenen aslında şudur; Belle canavardan korktuğu için, yani nabza şerbet olarak ona iyi davranmaz, o tamamen kendi olarak yaklaşır canavara, çünkü aradığı maceraya nihayet atılmıştır.
Belle, artık okuduğu kitapları dinleyecek birini bulmuştur. Canavarın çirkinliği onun gözüne görünmez. Ona keyif veren paylaşımlarının yoğunluğu ve onu gerçekten anlayan, diğer herkesin garip baktığı huylarını normal karşılayan hatta bu huylarından zevk alan birinin olmasıdır. En önemlisi ona saygı duymasıdır.
Ve balo salonunda, yazımın başında yazdığım şarkı sözlerinin notalara dökülmüş haliyle çalan fon müziği eşliğinde, Belle’in ‘Disney’ diyarındaki meşhur ‘Sarı Prenses elbisesiyle’, canavarın ise üzerine uygun bir takım giyerek (Belle, öncesinde canavara hızlandırılmış dans dersi vermiştir) sonunda kusursuzluğa bağlanan bir gösteri ve o gece birbirlerini gerçekten derinden, samimiyetle anlayan ve bunu iliklerine kadar hisseden ‘güzel’ bir kadın ve ‘çirkin’ bir canavar değil, kalplerinin çağrısıyla ruhların buluşması.
Daha fazla anlatmak isterdim ama o zaman izlemek istemezsiniz muhtemelen, o yüzden burada anlatımıma son verip birkaç bilgiyle yazımı tamamlamak istiyorum.
İşte, ‘güzellik görünüşte değil içtedir’ mesajı veren ve iyiliğin her zaman kazandığının kanıtı olan bu hikâyenin, bir de müzikal bir şölenle bize sunulan animasyon filmi dünya çapında üç yüz yetmiş beş dolar hasılatla ‘Terminatör; Kıyamet Günü’ ve ‘Robin Hood; Hırsızlar Prensinin’ ardından 1991 yılının gişede en fazla başarı sağlayan üçüncü filmi olmuştur.
Ayrıca ilk kez “şimdiye kadar anlatılan en güzel aşk hikayesi” sloganıyla henüz çalışma halindeyken New York Film Festivali’nde gösterilmiştir.
Gösterime girdiğinde büyük başarı ve hasılat elde eden bu yapım, ‘en iyi müzikal veya komedi film’ dahil olmak üzere üç Altın Küre ve iki Akademi Ödülü kazanmıştır. 2002 yılında ‘kültürel, tarihi ya da estetik açıdan önemli’ olduğu gerekçesiyle ABD Ulusal Film Arşivi’ne seçilmiştir.
Filmin müziklerine gelince; Operet stili (Olayları gülünç ve toplumsal, siyasal yergi öğeleri içererek anlatan müzikal sahne oyunu) ‘Belle’ filminin ilk parçasıdır. Film bittiğinde yazılar akarken o muhteşem berrak sessiyle bizi mest eden ‘Celine Dion’ ve ona harika bir şekilde eşlik eden ‘Peabo Bryson’dan dinlediğimiz ‘Beauty and the Beast’ şarkısının pop versiyonu da uluslararası başarı sağlamıştır.
Küçük bir tavsiye; 2011 yapımı ‘Once Upon a Time’ adlı bir dizi mevcuttur ki burada bütün masal kahramanlarına yer verildiğini ve eski dünya ile yeni dünya arasında geçişlerle dolu muazzam hikayeler olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Burada da ‘Güzel ve Çirkin’ teması işlenmiş ve Belle’i ‘Emilie de Ravin’ ve canavarı da Rumplestiltskin adıyla ‘Robert Carlyle’ canlandırmıştır. Yedi sezonluk bu dizi kesinlikle önerimdir ki bu yapımda benim favorim; Pamuk Prensesin üvey annesi Kötü Kraliçe Regina Mills’ dir. (Lana Parrilla).
Son olarak bu masalın etkileşiminden nasibini alan bir şarkı ve klip tavsiyesi ile bilgi bölümünü noktalıyorum. Amerikalı Rock sanatçısı ‘Meat Loaf’ 1993 yılında ‘I Would Do Anything For Love’ adlı şarkısının videosun da ‘Beauty and Beast’ temasını işlemiş ve bundan sonra da Grammy Ödülü’ne layık görülmüştür. ‘Aşk İçin Her Şeyi Yaparım’ adlı şarkının harika bir klip ile sunulması da bir şölen havasında şarkıyı dinletmektedir.
Güzel ve Çirkin’in daha birçok övgü ve başarısı olduğu bilinen bir gerçektir lakin, bunu daha iyi anlamak için en az bir versiyonunu mümkünse 1991 yapımı animasyonu izlemenizi tavsiye ederim.
Neden benim için Güzel ve Çirkin dersem; elinde her daim bir kitap ile dolaşan, bulduğu her vakitte okumaktan keyif alan Belle’nin etrafında ki insanlar tarafından ‘garip’ olarak algılanması hala günümüzde de az da olsa devam etmektedir. Beni tanıyanlar durumu anladı bile. Bu masalda ve Belle’de kendimi gördüğüm için bu kadar mutlulukla hala okuyor ve izliyorum.
Masal da olsa, kurgu da olsa arada bu hikayeleri hayatımıza almamız gerektiğini düşünüyorum. Bence hepimizin bazen böyle şeylere ihtiyacı olabilir. Size de önce okuyun daha sonra izleyin ve iyi hissedin çünkü ben iyi hissettim ve iyi olan her şey sizi de bulsun isterim…
Σχόλια