top of page
  • Yazarın fotoğrafıEda AKKUŞ

BENİM EVRENİM - AGATHA CHRISTIE (Kitapları ve TV Uyarlamaları)


Bir yazar düşünün; disleksi olmasına ve hiç eğitim almamasına rağmen kitap okumayı çok seven ve okuduğu dedektiflik öykülerinden daha iyilerini yazabileceğini düşünüp ilk romanının yazan… O, sarsılmaz bir yazar cazibesi olan tam anlamıyla bir polisiye ve suç kraliçesi.


“Agatha Christie 100 Years Of Suspense” belgeselini izlediğimde yazar hakkında öğrendiğim bir şey çok ilgimi çekmişti. 2008 yılında ailesi tarafından daha önce duyulmamış ses kayıtları keşfedilmiş. Burada dediğine göre: “Yazmaya başlamamı sağlayan şeyin ne olduğunu soruyorlar. Hiç eğitim almamış olmama bağlıyorum. Kendimi hikayeler uydururken, farklı rolleri canlandırırken buluyorum. Hiçbir şey can sıkıntısından daha fazla yazmaya itemez insanı.”


İşte Agahta Christie’nin yazma yolculuğu bu şekilde başlamış.


15 Eylül 1890 da İngiltere’de dünyaya gelen yazar sadece annesi tarafından evde eğitim görmüş ve küçük yaşta öyküler yazmaya başlamıştır. İlk eseri olan Styles’ taki Esrarengiz Olay (The Affair at Styles) aynı zamanda yazarın ilk Hercule Poirot romanıdır. Çeşitli yayınevleri tarafından geri çevrildikten sonra 1920 de Bodley Head Yayınevi tarafından kabul edilmiş ve basılmıştır.


Agatha Christie 1890-1976 yıllarında yaşamış ve çocukluğunda başladığı yazma işine hayatı boyunca devam etmiştir. Öyle ki savaş zamanında bile yazma aşkından vazgeçmeyerek, zamana ayak uydurarak bu eylemini sürdürmüş ve dünya üzerindeki en üretken yazarlardan biri haline gelmiştir. Kitapları yüz on üç dile çevrilmiş ve elli altı yıllık inanılmaz kariyerinde iki milyardan fazla satmıştır. Tüm zamanların en başarılı romancısı kabul edilmiştir çünkü Shakespeare ve İncil’den sonra en çok satılan onun kitapları olmuştur.


Agatha Christie, cinayet konuları ve ince zekâsı ile hem sürükleyici hem de gizemli öyküler yazarak biz kitap severlerin hayatlarına dokunmuş, benim gibi ona hayranlık duyanların da yazma aşkını alevlendirmiştir. Kitaplarındaki o karmaşık başlayan olayların, her karaktere bir sebep vererek ve suçluya, aralarından eleme yapamayacağımız kadar şüphe ve yönlendirme yükleyerek devam etmesi; okuyucunun kafasını sonuna kadar karıştırmakla beraber, en sonunda basit bir sadeliğe indirgeyerek olayın çözümlenmesinin verdiği rahatlıkla eşsiz bir okuma deneyimi sunmaktadır.


Yazarın başarılarını, tüm kitaplarını ve ona olan hayranlığımı anlatmaya sayfaların yetmeyeceğini düşündüğüm için genel bir anlatımla yazıma devam etmek istiyorum.

Agatha Christie ününü, yazdığı seksen dedektiflik romanı ve West End Tiyatroları’nda sahnelenen oyunlarına borçludur. Fare Kapanı adlı kitabı tiyatro tarihinde en uzun kalan oyun olmuştur. Ayrıca Mary Westmacott takma adıyla yazdığı aşk romanları da bulunmaktadır. 1971 yılında İngiltere’nin en yüksek onur unvanı olan ‘Britanya İmparatorluğu Kadın Komutanı’ unvanını layık görülmüştür. Yazar dünyanın birçok yerini gezmiş ve buralardan çeşitli hikayeler çıkarmıştır ve iddia edildiğine göre sörf tahtasında ayakta duran ilk batılı kadın olmuştur.

1926 yılında on bir gün ortadan kaybolmuş ve bunun nedenini ya da ne olduğunu hayatı boyunca kimseye açıklamamıştır. Bu onun kitaplarından bile daha büyük bir gizem olarak hayatında yer almıştır.


Gelelim eserlerine. Yazdığı onlarca kitabın her biri bence ustalıkla işlenmiş bir cevher ama tabii ki aralarından beni ve diğer okuyucuları cezbedenler sanıyorum ki hemen hemen aynı eserleridir. Bu eserlerin öne çıkmasındaki en büyük etken, harika kurgu ve ters köşeler olmasının yanı sıra dizi ve film olarak da hayata geçirilmesidir.


İlk olarak ‘On Kişiydiler’ adlı kitabından bahsetmek isterim. (Kitabın üç bölümlük mini dizisini ‘And Then There Were None’ ismi ile izlemenizi şiddetle tavsiye ederim.) İlk yayımlandığında ‘On Küçük Zenci’ adıyla çıkan kitap, yazarın vasiyetini yöneten torunu James Prichard tarafından ‘Gereksiz hakaret oluşturmaması’ nedeni ile daha sonra değiştirilmiştir.

1940 yılında ilk basımı olan bu harika kitap, karanlık ve gotik bir ortamda hüküm sürmektedir ve benim gibi ‘pluviofil’ (Yağmur yağmasından huzur ve neşe bulan kişiler için tanımlanır.) olan biri için biçilmiş bir kaftandır.


Bana göre yazarın en ürkütücü eseridir. Sonunun tahmin etmenin asla mümkün olmadığı, karakterlerin her birinden oldukça şüphelenilen ve psikolojik gerilim unsuru bulunduran bu eser tam bir cinayetler gizemi olarak adlandırılır. Asker Adası olarak bilinen bir adada ve tek mekânda geçen bu hikâyede, orada bulunan on kişiye yardım edecek bir Hercule Poirot veya Miss Marple olmasa da konu özenle işlenip devam etmektedir. Sonuca ulaşıp kitabı bitirdiğinizde, başlarken her ne kadar kafanız karışsa da o şaşırtıcı sonla karşılaşıp aslında her şeyin ne kadar açık, anlaşılır ve sağlam makul bir açıklama için de olduğunu anlamak da bana göre bakış açımızla oynamak gibi bir şeydir. Ayrıca eserin başlangıcında yer alan ve tamamıyla konuyla bağdaşan ‘On Küçük Asker’ (Frank Green 1869) şiirinin çocukluk masumiyetini, karanlık ve uğursuz bir şekilde kullanmak da akıllara “The Shining” ya da “The Exorcist” gibi gişe rekorları kıran filmleri getirmektedir. Yazarın en kasvetli ve en fazla uyarlanan eseridir.


İkinci olarak, Doğu Ekspresinde Cinayet (Murder On The Orient Express) adlı eserini ele almak isterim. Bu kitabın bende yeri ayrıdır çünkü yazarın TV ‘ye uyarlamalarından ilk izlediğim yapımdır. Ayrıca 1933 yılında kaleme aldığı bu eseri Pera Palas’ta 411 numaralı odada yazdığı bilinmektedir.


Benim Hercule Poirot ile tanışmam da bu şekilde olmuştur. Yazarın bu kurgusal karakteri otuz üç romanında yer almaktadır. Hercule Poirot; efemine, kibirli, kurnaz, esprili ve keskin gözlem yeteneği olan, Belçikalı bir dedektiftir. Olayları, ‘küçük gri hücreler’ diye tanımladığı beynini dahice kullanarak çözer. Genellikle İngiliz sosyetesinin özel yaşamını kurcalamayı sever, çoğu rolünde kent yaşamını üstlenmiştir ve tam bir beyefendidir. Zekâsı ve tecrübesi ile övünmekten asla çekinmez ve onun bu tatlı ukalalığı karakteri ile tam olarak özdeşleşmiştir. Onu ilk olarak beyaz perdede canlandıran isim Albert Finnet olmuştur daha sonrasında ise David Suchet bu role bürünmüş ve 1989 yılında dizi olarak çekilen bir seride yetmiş bölüm oynamıştır. Hercule Poirot’nun işlevi her zaman için bir tür gelişmiş beyin olmaktır.


Doğu Ekspresinde Cinayet adlı romanında, zaten mükemmel olan konunun bir de tek mekânda ve bir kar fırtınasında yaşanması beni okurken de izlerken de fazlasıyla etkilemiştir. En sevdiğim versiyonu olan Kenneth Branagh’ın (Harry Potter- Gilderoy Lockhart) hem yönetmenliğini üstlenip hem de Hercule Poirot’yu canlandırdığı, 2017 yapımı filmin oyuncu kadrosu da tam bir yıldızlar geçididir. Kenneth Branagh’ın, Poirot rolüne mükemmel oturuşu, ilk filmden (1974) sonra karakterin farklı ve iyi bir şekilde yorumlanabileceğini göstermiştir. Yazarın dehasının zirvesi ve başyapıtı kabul edilen bu kitabı; yasal adaletin onları yüzüstü bıraktığında, insanların adaleti kendileri sağlamaya ne kadar hakkı olduğunu anlatan mükemmel bir eserdir.


Üçüncü olarak ‘Nil’de Ölüm ‘(Death On The Nile -1937) adlı kitabını önermek isterim ki bu eseri zaten Doğu Ekspresinde Cinayet’in, Hercule Poirot olarak devam kitabıdır. Firavunlar diyarının çarpıcı fonunda geçen bir saplantı ve tutku suçunun hikayesidir. En kısa kitaplarından biridir ancak egzotik ortam ve iyi işlenmiş karakterleri ile onu en ünlülerinden biri yapmıştır. Aşk için yapılabilecek örtülü bir gizemi konu alan bu eseri bugüne kadar okuduklarım arasında, katili baştan tahmin ettiğim tek kitabıdır. Ayrıca 2022 yılında en yakın uyarlama olan filmde yönetmenliği ve Hercule Poirot karakterini tekrar Kenneth Branagh üstlenmiş ve yine harika bir iş ortaya koymuştur. Filmin ülkemizdeki gösterim tarihi doğum günüme denk geldiği için de sinema biletleri o yıl aldığım en güzel hediyemdi. Katili önceden tahmin etmiş olsam da, haklı çıkmanın verdiği gururu yaşamak adına okurken çok keyif almıştım.


Listemin ilk üç sırasında bu eserler yer alırken, diğer bazı kitaplarına da kısaca değinmek isterim ki hem konuyu buraya bağlamak hem de size güzel bir haber vermek adına bu duyuruyu da gönül rahatlığı ile yapabilirim. Yazarın Türkçeye ‘Elmayı Yılan Isırdı’ adı ile geçen ‘Halloween Party’ (1969) adlı kitabında uyarlanan ‘A Haunting In Venice’ (Venedik’te Ölüm) filmi, ülkemizde 15 Eylül’de gösterime girecektir. Fragmanlardan ve kitabın atmosferinden anladığım kadarıyla da bizi ‘On Kişiydiler’ de olduğu gibi karanlık ve gerilim dolu bir atmosfer beklemektedir. ‘Doğu Ekspresinde Cinayet’ ve ‘Nil’de Ölüm’ ün devamı olarak çekilen bu film için -aynı yönetmen ve oyuncu olarak- Kenneth Branagh hakkında şunu söyleyebilirim ki hayranı olduğum ‘Batman Kara Şövalye’ üçlemesi gibi bu da bir ‘Hercule Poirot’ üçlemesi olacaktır.


Bunların dışında Agahta Christie’nin 1926 da yazdığı ve en cüretkâr suç gizemi olup yaptığı en sıra dışı ters köşeyle dedektiflik kurgusunu kökten değiştirdiği bir kitabı vardır ki; söylenilenlere göre yazarı gerçek ayarına getiren kitabıdır. Benim gibi yazarın birçok kitabına hâkim olanlar eminim doğru tahmin etmiştir. Evet işte bu ters köşeli olay örgüsü kitabı, ‘Roger Ackyord Cinayeti’ (The Murder Of Roger Ackroyd)’dir ve ayrıca bir Poirot romanıdır.


Konu hazır bu eşsiz eserine gelmişken Agahta Christie’nin diğer can alıcı karakterinden de bahsetmeden geçmek olmaz ki kendisi benim favorimdir. Yazar Hercule Poirot karakterinden biraz sıkılmaya ve ona biraz ara vermeye karar verince yeni bir kahraman arayışına girmiş ve ‘Roger Ackyord Cinayeti’ kitabındaki bir karakterden ‘Caroline Shapper’dan ilham alarak ünlü Miss Marple’ı yazmıştır. Bayan Marple ilk olarak karşımıza Papaz Evinde Cinayet (The Murder At The Vicarage- 1930) kitabıyla çıkmıştır. Ayrıca benim de en sevdiğim Miss Marple kitabıdır. Önemli olan nokta ise Jane Marple edebiyatta ki ilk kadın dedektif olma unvanına sahiptir. Miss Marple, yazarın on iki romanı ile sekiz kısa öyküsünde yer almaktadır.


Jane Marple karakteri, genellikle köy hayatına hâkim yaşantısıyla, tüm çevresi tarafından hiçbir dedektiflik eğitimi almamış olmasına rağmen, takdir ve tavsiye edilen; insanları iyi tanıyan, meraklı, pimpirikli, yufka yürekli, şüpheci, detaycı, mini mini bir yaşlı hanım konseptidir. Her zaman herkesten ve her şeyden en kötüsünü bekler ve ürkütücü bir doğrulukla da haklı çıkar. En meşhur söylemlerinden biri ise; ‘Doğru çözülmeyen hiçbir şey çözülmüş sayılmaz.’ sözüdür.


Yakın dönem dizisi olarak yeni bir versiyonu çekilen seride, ilk sezonlarda Bayan Marple’ ı canlandıran Geraldine Mc Evan daha geniş çaplı bir tavır sergilerken, diğer sezonlardaki aynı karaktere hayat veren Julia Mc Kenzi ise genellikle fazla dikkat çekmeden arka plandan kalan bir tiplemeyle karşımıza çıkmıştır.


Yazarın bu eserleri dışında öncelik olarak tavsiye ettiğim (Tabii ki diğer bütün eserleri de okunmalıdır) Bayan Marple’ın da yer aldığı ‘Kütüphanedeki Ceset’ (The Body In The Library-1942) ve ‘Ve Ayna Kırıldı’ (The Mirror Cracked From Side To Side-1962) kitaplarıdır. Bu iki kitabın peş peşe okunmasını öneririm zira Bayan Marple’a eşlik eden hatta bazı zamanlarda ondan rol bile çalan bir karakter olan Dolly Bantry (Joanna Lumley) ‘i okumak benim için çok eğlenceli idi.


Yazarın tüm eserleri büyük bir heves ve zevkle okunmalıdır, her birinde ayrı bir tat ayrı bir gizem vardır ama önerebileceğim bir şey var ki Hercule Poirot serisi okuyacaksanız her ne kadar sırayla okunmasına gerek olmasa da ilk olarak ‘Ölüm Sessiz Geldi’ ve son olarak ‘Ve Perde İndi’ (Curtain) kitabını okumanızdır. Buradan okumayanlar için biraz spoiler olacak çok üzgünüm ama bu bilgiyi vermezsem asla rahat edemem.


1975’de ‘Ve Perde İndi’ romanının yayımlanmasının ardından New York Times ön sayfasında Hercule Porot için bir ölüm ilanı yayımlamıştır. Bu kurgusal bir karakter için verilmiş ilk ölüm ilanıdır. Bu olaydan dört ay sonra Agatha Christie elli altı yıllık inanılmaz kariyer ve başarısını geride bırakarak hayata gözlerini yummuştur.


Çoğumuz bir Agatha Christie romanı okumuş veya yıllar boyunca onlarcası çekilmiş bir TV uyarlaması izlemişizdir. Eserlerinde yüzüncü yılı geride bırakan yazar, eminim ki bir yüz yıl daha bizi heyecanlandırmaya devam edecektir. Bu kadar yılın sonunda hala okunuyor, uyarlanıyor ve izleniyorsa bu nasıl büyük bir başarıdır gerisini siz düşünün. Onun en büyük mirası, zekice kurgulanmış suç kurgularının sayısız versiyonlarında yaşamaya devam edecektir.


Agatha Christie benim yazar olma ve ilk kitabımı yazma yolumu tayin etmemde çok önemli bir rol model olmuştur. Onun yazdığı kitapları okurken veya uyarlanan yapımlarını izlerken bende bıraktığı iz ve benim tabirimle şiddet içermeyen, işkence unsuru taşımayan ‘nazik cinayetleri’ benim yazarlık yolumun yoldaşlarıdır.


Belki sizin de bende olduğu gibi hayatınızın bir yerine sihirli bir dokunuşu olabilir. Size de tavsiyem önce okuyun daha sonra izleyin ve iyi hissedin. Çünkü ben iyi hissettim ve iyi olan her şey sizi de bulsun isterim…



















Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page